Turban,
murban demeden önce Kral öldü yaşasın Cumhuriyet demek ve bunun da icaplarını seçime
kadar yerine getirmek lazımdır. Kılıçdaroğlu’nun ben Amerika’ya icazet almak
için gitmiyorum derken, geçmiş ve geçmekte olan diğer Hükümetlere atıfta
bulunması hayli anlamlıdır. Lakin yeterli değildir. Çünkü daha önce de Türkiye
Cumhuriyeti’ni temsilen gitmişlerin küllen vardıkları ve bizi sömürgeleştiren sonuç
ortadadır. Dolayısıyla Türk insanı ve bilhassa da genç seçmenleri, ki gümbür
gümbür geliyorlar, bundan sonra artık salt vaatlere değil; ama sadece icraata
bakacaklardır. Ki kalıcı olunabilinsin.
Şayet
daha önce gitmiş olan ansızlar, erdem sahibi olup ülkelerini gerektiği gibi
temsil edebilmiş olsalardı, biz bugün tam bağımsız olarak, bu ucube çakma
Krallık rejimini de yaşamıyor olacaktık. Yalan mı? Bugün Dünya da bağımsızlık
ve Kuvayı Milliye liderliğini yapan tek Lider Putin’dir. Hal böyle iken USA’dan
icazet almak gibi bir lüksü olmayan yeni Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, tam
da bütün Dünya’ya Kuvayı Milliyenin ne olduğunu öğreten Atatürk gibi bir Lidere
ihtiyacı vardır.
İşte
bu doğruya da ışık tutan ve sorumluluk gömleğini sırtına geçiren Kılıçdaroğlu’nun,
siyaset geleneği bağlamında da ziyaret randevularını eksiksiz planlaması ve her
oturumunu Devlet protokolü ve uluslararası noterlik zaptıyla yapması gerekmektedir.
Bu arada Erdoğan’ın birlikte anayasa yapılması teklifi; CHP’nin, ‘anayasa
değişikliği ancak yeni Hükümetin işidir’ mealindeki cevabı karşısında, suya
atılan yemsiz olta gibi kaldı. Ki buna herhangi bir balığın çarpması bile akıl
dışıdır. Şayet bu teklifte ısrar edilirse, o zaman da anayasayı ihlal eden
zecri önlemler alınmaya kalkılır ki onu da bekler ve hep birlikte görürüz
encamını.
Elbette
herkesin mitokondrisi tektir bu evrende. Ve hiç kimseden bir başkasının eşiti
olması beklenemez. Şüphesiz ki bir Kılıçdaroğlu’ndan da Atatürk olması asla
beklenemez. Buna da herkes dahildir koca dünyada kuşkusuz. Ne var ki bir
Kılıçdaroğlu’nun bu ülkeye hele de emsalleri ile mukayese edildiğinde, Cumhurbaşkanı
olamayacağını hiçbir aklı başında insan iddia edemez, etmemelidir. Çünkü
Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı anayasal vasıflarının hepsine itirazsız sahiptir.
Öyleyse daha ne bekleniyor. Hele de Amerika ziyaretinde hiçbir siyasi görüşme
yapmaması ve salt bilimsel enformasyonla yetinmesi, ileriki yıllarda da kendi
tevazu, prensip ve erdemine fazlasıyla artı değerler katarak, tarihteki sağlam yerini
şimdiden güven altına alacaktır.
Olta
ve balık edebiyatından potpurilere devam edilirse, toplumda algı yaratmak üzere
ülkenin çeşitli yörelerinde insanları salt korkutmak amaçlı yapılan camdan,
silaha, sosyal medyanın peçelenmesine vs. kadar çeşitli, paralı trol eylemleri
örnek gösterilebilir. Tam seçimler öncesi muhtemelen CIA eliyle tezgahlanan
sansür yasasından çıkan sonuç ise, aynı bağlamda seçimler sırasında İktidar
Partisinin, her türlü yasa dışı işlemlere başvuracağının da göstergesidir. Bu
nedenle de basının neden susturulmak istendiği kendiliğinden anlaşılıyor
esasen. Çünkü USA&AB emperyalinin Erdoğan’dan vazgeçmesi. Türkiye’den de
vazgeçmesiyle eşdeğerdedir. Dolayısıyla da gerçek dostlarımızın hiç uzatmadan
kazanılması, artık beka sorunumuz haline gelmiştir.
Ve bu arada hiç unutulmasın ki böylesi asosyal, ayasal
eylemlerin ancak bir AKP döneminde yapılır olabileceğidir. Bu da demek olur ki
bir ucube otokrasi İktidarı, kendisini ancak bu kadar tekzip ve deşifre edebilir
veya alçaltabilir. Bir de vatandaşta çapraz algı oluşturan trol top listesinin
başındaki, AKP’nin, hala birinci Parti olduğu safsatası var. Ki buna hadi canım
geçiniz denir ancak. Zira Aziz Nesin’in aptalları bile bu masala inanacak kadar
ebleh olamazdılar. Hatta ‘alışılmış siyasi olmayanlar’ bile bu şaşmaz hesabı nasıl
olsa anlayacaklardır.
Bugüne
kadar paradigmatik, yani ucundan çekenin istediği yere götüreceği bir konu olan
türban veya baş örtüsü sorununu nihayetlendirmek üzere, Kılıçdaroğlu’nun ‘gelin
bunu yasallaştıralım’ mealindeki önerisi, aslında çok yerinde bir dokunuştur.
Çünkü her ihtiyaç durumunda, kadınlarımızı çok yakinen ilgilendiren bu meselenin,
kadınları yapay vaatlerle sömüren ve bir sandık potansiyeli olarak gören menfaat
düşkünü siyasiler tarafından kullanılması, herkesten önce kadınlarımızı alıp
satılan bir rey torbası haline getiriyordu. İşte Kılıçdaroğlu’nun teklifi, bu olumsuz
durumun önüne geçerek, kadınlarımızı tamamen inançlarında özgür bırakarak, her
erkeğin de yaratıcısı olan kadını, erkek sultasından haklı olarak azat edip
erkeklerle eşitlemektedir. Oysa doğum meşakkatini üstlenen yaratıcı ve anne olan
kadın, nesilleri için de erkekten daha fazladır aslında. Çünkü yeni doğan
bebeğin ilk önce aradığı, babasının ibiği yerine, anasının memesi değil midir?
Yalnız kadınları burka, çarşaf taşımak gibi apatik baskılardan
da korumak gerekir. Zira bunlar kadınların bizatihi kadınlığını alıp, onları tamamen
kimliksiz bırakarak, harem köşe yastıklarına dönüştürmektedir. Daha öncelikli
konularını bırakıp, Kılıçdaroğlu’nun aslında siyasiler bağlamında gecikmiş; ama
asla karşı takıma atılmış hatalı pas olmayan bir teklifi içeren talebini, eleştirenlere
de sormak gerekiyor. Kadınların bizatihi kimlik sorunu haline gelmiş bir konu,
mağdur kadınlardan önce sizi neden bu kadar alakadar ediyor. Ve onlar adına
konuşmaya kalkıyorsunuz. İşte benzer bir durum Alevi vatandaşlarımız içinde geçerlidir.
Yazımı fazla uzatmamak için de bunun nedenini sizin yorumunuza bırakıyorum.
Bir noktaya daha işaret etmek gerekirse: Kılıçdaroğlu’nun
Atatürk’ün yolunda ilerleyerek önce teknoloji ve milli ekonomiyle başlayan ve özellikle
de monarşik oligarklardan kurtularak bütün komşularımızla mutabakat içinde, ‘yurtta
sulh cihanda sulh’ siyasetine el atılacağı açık olarak görülüyorken, aynı paralelde
İran’da emperyalist beslemeli bir Devrim yapılanmasının başlatılmasının da hiç tesadüf
olmadığı anlaşılıyor.
Aslında bahse konu edilmesi bile abesle iştigal
olan Çelebi meselesine yine de bir şey söylemek gerekirse; ancak şerefli
evlatlarımızın taşıyabileceği üniformayı bile şahsı adına bir ikbal aracı olarak
algılayan, tüyü bitmemiş birinden Vekil yapmaya kalkarsanız, icraatlarına da şaşırmayacaksınız
artık. Çünkü altının bile ayarının anlaşılabilmesi için önce çok hassas bir
terazi ile tartılması gerekir.
Madenci olan bir emekçi hayatı boyunca, yarısı
esasen ölmüş bir adamdır. Çünkü bir madenci her gün işine ölümüne giderken, önce
ailesiyle vedalaşır. İşte böylesi bir hizmet gurubuna şayet empati
oluşturulabilinirse, madenciliğin herkesin yapabileceği bir iş olmadığı derhal anlaşılır.
Hatta en duyarsız beyinlere bile kazınması gereken, madencilik gibi bir hizmet
içinde ‘sehvenlere’ asla yer olmadığıdır. Çünkü her bir yiğit madencinin, bütün
madenin nominal değerinden bile fazla değeri vardır. Kendisi, ailesi ve milleti
için. Bu durumda bize de gelişmiş ülkelerde maden kazalarının hemen hemen hiç
olmadığı gibi bir uygarlık temenni ederken; son Bartın kazasında hayatını
kaybeden o yiğit ve şerefli insanlarımıza bütün saygılarımızla gani gani rahmetler
okumak ve ailelerine sabırlar dilemek düşer…
Serendip Altındal
Özün Kişiliğinin Aynasıdır
(Eski makaleler)
serendipaltindal02.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder